16 Şubat 2013 Cumartesi

taşrada


                                      

                                         ---- anneme
bugün ne yemek yapsamdayım anne
ellerim düşünüyor senden miras
kızgın yağ telaşını
bölüşüyor aç çocuklar gibi
acıyı dilim dilim doğradığım hükümler
başımı bağladığım yazgı
bana en kadim sayfaların biçtiğidir
yok gibi hem var çırpınışlarda
yüzüm içre dönük
olanın hesaplanması kusursuz
ah şu bilinmezlik
onu ne de seversin

bugün nereye gitsemdeyim anne
sırtımda dövmeli sükûtun sancısı
basamak basamak atlıyorum kendimi
bir arsız vakt kuşanmasında
unutma ne olur çağır beni
utanmaktan usanır bıçağı tuttuğum el
kevgire döner harflerin döküldüğü o kitap
neresinden tutsan ötesi müphem
şüpheyi ve imanı birbirine katan
bir gelin kız karşılaması benimkisi
hep anlamaya doğru boğuk
isyanı dilime gömdüren taassupta
ne olur bari sen anla beni

bugün çok değil biraz ağlamaktayım anne
uzak zaman dönemecinde yatmış
ahir alem sualleri çıkmakta karşıma
anılarım savrulurken yalnızlığa
kalbim hep dışarda savunmasız
doymuş sofralarında aşkın
üzerinden kaç bahar geçtiğidir hazırda
gözlerim kuytuda, bak kuytuda
kaçıncı vuruluşun perdelenmesi gibi yakarışsız
çaresizliğin aritmetiğine sığındığım o kapı
bilmiyorum ki, hiç açılmasa da
sen beni bırakma ne olur
dışarıda bırakma....

12 Şubat 2013 Salı

Dama


çok bilmişliğinize sıralı onaltı pulu

sürüyorsunuz habire serçe parmağınızla
birbiri üzerinden atlayıp gidecek
çok çocuk aldanışlara
ayni biçimde hareket ediyoruz oysa
kendiliğinden düz
yorgunluğundan uçarı
farkındayım bir buna dayandınız

çok bilmişliğinizi ifşada sekiz sıra el
birbirini damgalıyor en büyük yanılgıda
düz gitmeyeceksiniz belli
pul pul dökülen uçuk aldanışlara
geri dönüşü yok sürgit hamlelerinizin
saldırmaya mecbur
yemeye mahkum
farkındayım, ya siz ne sandınız?

çok bilmişliğinizde mahdut altmışdört kare
kuşatıyor zihnimizi dehşetli sanrılarda
kimbilir bu taş taş eriyişimiz
belli bir yenilgidir soğuk aldanışlara
aynı kaygıyı kovalıyoruz ahşap düzlem üzerinde
oynaması kolay
kazanması zor
farkındayım, ne çabuk damalandınız...

8 Şubat 2013 Cuma

tavaf



ben sana yazıyorum;
kağıdı elinde buruşturmaktan sıkkın bir kadın
okuyor yazdıklarımı
hayat akıyor bir taraftan, her şey olabilir.
kedi kuşu yiyebilir bu sırada,
bulutlar yere inebilir ve hatta şuracıkta parmaklık
ardı sıra avaz avaz diner duyduğum, sodyum klorür marifetiyle.

yaşıyorum!.. içerde doktor;
olup biten beynin kılcal damarlarında dolaşan bir sıvıdan
ibaret bayım, düş ve gerçek...
çıldıran bir salgıdır, cinnet matematik
melankoli anlıyoruz ki tersine kan dolaşımı, aorttan
patlayan bir semptommuş sevgilim, hüzün
bana ne çok yakışan en klinik bir vaka
biliyorum, içerde doktor, dışarıda meryem ana
dışarıda o baş eğik mahzun bakış, beraber
çarmıha gerilecek bir çocuk büyütüyoruz biteviye

yürüyorum, sigara ciğeri tırmalayan tütün rengi hakikat
ciğerinden tükürdüğün kan reel 
çünkü yok doktor, biliyoruz hüzün ciğeri deşmez dış temas
ve bol nikotin olmadıkça, ne yazık...
ölüyorum doktor, kalp durmazsa kaç para adli tıp
beyin ölümü diyor mezara girmek için bildiğimiz tek kapı
oysa ölmüştüm gene bu bahçede bir kış vakti, o zaman
kaç kapı açıldı birbiri ardınca beynim tıkır tıkır tıkı tık… çalışıyor
du.. bakalım derken öldüren öldürdü tırmık tırmık, sonra sonra acıdım
ölüyorum doktor, ölüyüm neden, ölüler kaç kere ölür var mı anotomide
bir satır az kelime şu sorunun cevabı
biliyorum söyleme, sigara süründürür…

yakıyorum... yak abla, sigara süründürür, boş bakış
ilmek ilmek şu dumanın arkasında ne câzip duruyor, bilebilmek
bakışa göz giydirmek desem “münferit vâsıta-i rü’yet” iken görmüyor
baktığın kendisini.
yak abla!.. dört tur daha, meryem ana bu, tavâfa müstahak, “lebbeyk”
en suskun evlâdıdır hakîkatin şu noktada emîn ol, olabilsen
kaç tavaf daha duman duman dağılacak ardında sorulur mu? sordum;
-konuşsaydın be abla, hep duman sızmasın dişlerinin arasından
tur bindiriyorsun gerçeğe biliyorum ama şu incilli madonna, kutsal
meryem anamız kelime doğuracak sırtından... ondan…
“sus be kadın!..”
bunu mu diyorsun? “kelime yarayı kanatan gül dikeni, sürtünme…”
dedi ki: “sen hiç birini kaybettin mi?”
“evet” dedim.
anladı!....
halbuki ben sana yazıyordum…




tennûre



Telefon titreşiyor masada, masa sessiz
masada notlar, unutakalmışım geceyi ve şiiri
bir derviş arıyor. Eteğinde alımlı güllerin sıcağı
döndükçe duâsı Hayy.

kubbede dem çeken, ak bir şiir
mihrabın kucağına yağan yağmur
şimdiye değen tennûresi su,
eteğin ve yağmurun semâsı Hayy.

İlk biat müjdesinde göğe açılan avuç
gölgeleri kucaklayan niyetlerinde.
ne sessiz  çığlıktır çağıran susku evi
çarh döner adım adım,nidâsı Hayy

Kadisiye ne çöldür, ak  İsalar dirilir
simsiyah bir duvarın imtihânı gecede.
çarmıha çarh dönüp kapanıyor tennûre
dört çivi avucunda, esmâsı Hayy.

acı ki bulanık nehirleri ağırlar
kırklanır Nil yeşili geçmişin terekesi
sol eli dervişin saçarken rahmet
başı omuza sürgün, verası Hayy.



döl




Bunlardan önce ah tabii duyulurdu bunlardan önce
Saatlerce                     
Doğudakilerin gibi bir bakışta sabit
Bakılabilirdi nargilenin dumanına
Bir bardağın duruşuna takılıp kalabilirdi insan
Ve masanın üstündeki adsız yazıya
Oysa tarotta bir aşk yıldızı parlamıştı
Çocuğu kucağında sızan o masum kadına
Görülebilirdi, çok yabancı bir sesle
Çok yalancı durumlardan uzak
İpek gibi bir tenin nev-zuhuru
Kandiller uyanmadan henüz daha
Bir meczup gibi çılgın
Ayağı toza bulanmış gezgin bir ruh
Ellerinden kayan zaman konuşup duruyor
Mekanda dinlenen o zarif boşluğa
İşte hayat belki andır gözbebeklerinde kendini bitiren
Ve bir his vardır bunda
Ah, ah, ah…
Zamanın döl yatağında gün ötesi bir yolculuk
Geceyi en derin uykusunda avlayan
Kucağında küllerinden hayat bulan zümrüd-ü anka
Ve çok başka bir doğuş bu yaşanan aşkın hatırına
Merceklere takılan bir resmi çiziyor
O genç kadının avucuna.


dehliz




Mimli geçmiş zamanlarda
Sayılarla beklenen oyunbozan
Elma dersem çık armut dersem çıkma
Oyun bitti artık, arta kalan gerçeklik

Saklambaç oynayan çocukluğum ilişti gözlerime
Hiçliğini saklayamadın gördün mü
Demedim mi ben sana
Hakikatin kılıcı hükümrandır istemesen de

Aradığı nerdedir bilinmez amma
Keşke korkmasaydın onun gibi yaşamaktan
Bak bekliyorum hâlâ
Geçmişle yorulmak beyhude

Vakitler çoktan uçmuş gibi geldi nedensiz
Elma dediğimde çevirirdin gökyüzüne gözlerini
Geçmiş zamanları sayarak
Saklanmak bildiğin, bir anlık göç

Zaman iliklere sinmiş büyük dehliz
Gelen giden yok aslında, biz bunu iyi biliriz.



zâhir



zanlarımız, zihnimizin vasatında
aksak ayak oyunları
ortaçağ portreleri dokunulmazlığında 
beliren soylular köleliliği
çap kurtaran inanmışlık
kadim dinler kadar köklü 
ötekinde beliren huzursuzluk.
nefes için neyse bir suyun yönelişi
ortasında dağıtmaksa sil baştan inşayı
orda zahir, işte kapı, işte yol
steplerinde köleliğin direnişi
bir kadın manifestosu gibi
atlı şamanlara karışan ruh
dokumacı kızlarla hasbihalde
ihtimal yeniden var edecek kendini
yung’ca bir yorum! ilk günah bilinçsiz
anima, evrenin farklı esen besteleri
ve her şey şimdi ve burada oluyormuş gibi
yaşayarak geçecek o uzak ülkeleri
yoldaş Hızır ve dişil bir Musa 
hikmeti olduracak ertelemeden vakti
bilinçte atılan adım, bir dünya 
yaratır diyor şaman bilge.
kadın dokuyor, atlı geçiyor
garip bir göçebe bu kadın
tıpkı herkes gibi 
bir köle gibi
bağlanmış kendinden kendine.



http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

yara




bu fırtına sana  ait

ellerim şiddetinde yürüyen
sadece gecede
karanlıkta, aynalarda
birkaç kent daha yıkan
levhalarında unutulmuş
tan ağarmalarında henüz
yaranın kabuğu küllenme öncesi
acının erdemce bilindiği
göğelden ,uludan, hesapsızdan
ellerim ölmekten korkar.



bu uzayış sana ait
gözlerim bekleyişinde;
akan sadece zamanmış gibi
ince saz tutunuşlarda
ve yaşamın kalabalığında
kayıp kent levhalarından
düşen renk kayması.
unuttuğun hep aslında
gözlerin, gözlerimden kaçar.



ait sana bu çırpınış
gölgesinde ümide yattığım
duvar kenarlığı serin.
derince bir kuyuda, tenhalıkta
hiç bilemediğin hâller üstüne
su üstüne yazdığım hayalin
bilemem bu tufanda
neden, hep sadece

beklemeye dair



O gelinler ki çeyizleri mühürlenmiş yılları 
Özleme silkinip bir rüyada 
Mâhur seherlerde içtiler yeminleri 
İkindi gölgelerinde biraz tutsak 
Ala bir kaçıştı onlarınkisi 

Kocaları emek yüklü doru bakışları ile 
Devâsa gölgelerini sürmekte toprağa 
Bir sebat yükselmekte, çocuklar ağlamakta odalardan 
Ninniler avutmakta gelinleri 
Mühür açılmış, yemin yerine gelmektedir. 

Yürüyen saatler çalarken ömrün tazesinden 
Rüyalar çıplak,uykular kayıp bir yolcu gecelerde 
Kasvetli etekleri dost olmuş rüzgarlarda 
Uçup gitmiş baharları tutacak 
Emektar ellere seslenmekte



http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

poko a poko


Ve cangılda ip atlayan düşler

Kırk kadeh, deflasyon marşı, Lujin etekleri
Amnezi, afazi uydumuzdan haberler
Gestaltçı damarımın baldıranından sızı
Anatolya derler, antikite, ebe
Anaerkil tanrıçanın bekraund kadercisi
Epileptik uykular; sağır, kör, düzmece
Billur Meryem, Mecdel'li saf tinde
Pandomim, irfan, doğunun güzel türevleri
Ala olmaz mıydı yanında bir de cacık
Mefisto, ben ve kalbin en muteber yeri
Poko a poko, poko a poko
Katsak karıştırsak hem düşü ve gerçekleri
Batsın bu dünya!
Diasporalar, uysal yumruk, kabir taşı
Söylev! Taksim'de, Sultanahmet'te, kıyamet sonsuz

Hücreylen dönen şu hikmette
Şikayetim yaradanadır.


http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

sofra I



ütopik yolları dolandım görüşmeyeli
sıradan bir anksiyete kimin umrunda
güneşini yitirmiş bir kışın vazgeçici hasreti
suyunu bozkır çadırında unutan bir ahmak kadar bedbaht
bağlarından soyunmuş bir soylu
hayranlık ve sırada eğleşen dişil tetanoz
bakışı, sanki noktanın ilk teması
birazdan gelecek hasarı frenleyen
esef dolu ani bir eylem planı
“istesem şuracıkta ölebilirim”
 dediydi mann
duymayan ve delinemeyecek sağırlığının
som avuntusunda yaşayan kadına
“bu çağı başlatana aşkolsun”
botokslu bir yüzün yapay gülümsemesindeydi arada duran
herşey mümkün: bunlar hep insanlık hâlleri
şeytan niye zayıfları yer ki hep sahi?
levhası kontöre açık kadınlar
yumuşacık bakışları nasıl da yayılır
her yere, bilmezler
çevrimdışı, çevrimdışı erkek
bir elinde kılıç bir elinde meme
dış duvarların koruyucusu bir bekçi
bilinci boşaltarak konuşan aşk
bağbozumunda kaybedişin estetiği

düğünümden kalan sofrada ağırla beni!



http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

sofra II



Siz varlığın göz bebeği
Camların aymış toplamında
Yıldızların ferahfeza saçılımındaki
Anıların tükenmez mahiyeti
Sonra anda! Suret giyen
Eşyayı bir başka delen yahut
Taşları bir başka konuşturan gibi
Ay’sız!
Şehre bedeviyi indiren belki
Nazarından gelen farksızlık
Arabın tuzu ekmeği
Sofrasında nefesleri susturup
Hızırları salan berekete
Ve sonra anneler işte
Kızıl yürekleriyle ağlayıp duada
Daha acı, daha acı,
Dahadan daha ağıt çeken gözlerine.
Sürmeli bir genç kız günlüğünden
Hatırlamakta çilekeş düşleri.
Ve hiç unutmamakta
Bir hayat! Ardından bir ölüm!
Göğe kaçıvermiş bir resim.
Onunla gayb olan  her yürekse
Acının ta kendisi demekti.




http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

yalnızlığın korkusunda bir üveyik




acıyı ve göçleri insanlar

birden vazgeçilmez kıldılar
ve savaşları
onların elleri diriltti.
ellerin aşağı yuvalanan solucanları
nasıl peşinden geldilerse ülkelerin
ufukların, mavi düşlerin
örgün çarkı,
delice duyguların
duvarlara yazılan hikayeleri
düşerek ölümden tenden
bir üveyik gibi
nisan’dan eylüle taşıp
an’ı hırsızlayan beklenti
bir lokma bir hırka telaşı
ve devasa umutlar,
yeşil postalların yanılgı saatlerinde
bitmesi gerektiği söylenemeyen
pek müstesna bir hayalmiş gibi
ne nisan ne eylül bahçelerine
sığmayan araflarda
unutulan hep o şey
hep o şeyce yankılanan sesim
aranızda ne cılız ne sahipsizdi
ah bir bilseydiniz.
söyleyemedim çünkü
çiçek böcekteydi aklım ve
sıradan günlerin hapsinde  dışlanmış
bir aklıevvel gibi sınırdaydı zamanlarım
darbeder fırçanızın izlerinde
kanıyordu çok dilimli varlığım
ve garipti rki siz adam gibi adam
bense düşler ülkesinin, kaçık
çürük elmasıydım.

http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

Girizgah



sûretler enli olur- girizgâh,
çıksa çarşı pazar bazı
gök delinir, kalp vurulur bir tutam
akar şehir içten içe, o mahmûr
bakışlı kıza düşer, galata'dan altın kuş

kuş dediysem kanatları nakışlı
kız dediysem
ak bir kuş yuvalaması gizli yüzün pervazında
galata dediysem bilindiğinden değil
bizden dediği mahrem
o şeffaf su –bulandırma ne olur-
aksın damar damar, kocamış ustalar tutsun
köşe başını.

Zordur mülk tutarken kül aynalarda niyeti tartmak
enli girizgâhlara baş yaslamak o tuhaf
hanedân-ı boşlukta
değmesin tek yüzün istiflenmiş zuhrufa
sana dertten dem çeken galata gam mı kızım
varsın yürüsün bî-pâyân bulutlarla encâmın
usul usul görünürken göğün
sabit bî-kadem salınışında

çıktığın yokuşlarda bazı bazı salınır
dolanır çarşı pazar göğsünde seken o kuş,
kim görse tanır, kimi görse, ah…
bir boydan bir boya en enli aynalarda
yüzgörümlük sûrette anlaşılmaz girizgâh.



http://www.bachibouzouck.com/index.php?option=com_k2&view=itemlist&task=user&id=1998%3Aak%C4%B1nsibel&Itemid=199&lang=tr

Helezon






Çok köpük / boş dalga
Anlık duygu / gelgeç istek

Çürük bakış / mahpus mekan
Sahte kurgu / yalan uğraş

Sıradan nefs / zorlu ölüm
Soğuk taş / cepsiz kefen

Seçme soru / ağarmış saç
Derin sanat / büyük acı

Güzel kadın / tutuk söz
İnce gece / şair uyku

Müşfik erkek / hâmi kanat
Kavi  iman / çokça düstur

Yanlış adım / dönülür hesap
Büyük aşk / sırrı lâtif

Sonsuz nokta / başsız vakit
Uzun fikir / alıngan şüphe

Alim insan / yorgun temas
Bilgiç akıl / fasit  daire

Teslim kalp / hakikat öz
Kibir benlik / erimek sen