8 Şubat 2013 Cuma

Bana Masal


Bana masal anlatma!
Kızgınlığına portakal kabuğu yatırılmış kuzine küllerinden

Kül dedim ya mesela
Kül kedisi bir öksüzlük düşüyorsa hisseme
Küllenmiş anıları eteğiyle süpüren, çirkin ve kibirli
Kızkardeşlerin boy gösterdiği esrarlı şatolarda
Bana bir yazgı biç, en alımlı törenleri
Kuşatsın ihtişamı meçhul bir geceyarısına kayıtlı
Sihirli değneği işlek kalem gibi gezdir herşeyin
Bir bir noktalandığı büyük kitabın satırlarında
Dokun ki değiştirsin ekmeğe aç fâreleri küheylan
İçten içe çürümüş balkabağını şimşeğe dönüştüren
Rahmetinin kudreti
Kırk yamalı hırkamın sahibi kıl sırf, yeter
Kırk basamaklı merdivende camdan pabuçların
Telaşlı işlekliğine bıraktığım tekinden eriştir
Böylece çıkayım aydınlığa

Bana masal anlatma!
Geceye sarhoş basan bir babanın tenha ayak seslerinden

Tenha dedim ya, mesela
Kurdun kuşattığı kuytu ormanların
Ürpertisini işle ak dantela gibi
On iki dilimli kızıl başlığıma
Her birinden dökülen kan revan korkuyu örten
Sahte neşeleri iliştir dudağıma
Sepetinde aç kurabiyeler
Boynunda aldanmaya meyilli kırmızı pelerini
Seke seke gezdiren umarsız kıza benzesin
Kaybolmuşluğuma yakışan vurdumduymazlık
Soğuyan ellerimde
Avı sahte bir geceliğe giydirmiş çocukça yalanlar kadar
Benden kıl gölgemde gezdirdiğim masum inadı
Böylece uyansın ardıma düşen avcı.

Bana masal anlatma!
Henüz avlanmış alaca tavşanı heybesinde tutan

Av dedim ya mesela
Kadifeden bir sandığa acemi kalbimi
Kondurup, avcının merhametine
Sığınmadayım koşar adım
Yedi başlı dev bir cücenin yedi koldan
Yedi yıllık yolları bağladığı yedi iklime mülteci sesim
Öfkeli gelişlerde kurdun ayak sesleri

Aynalar yalana tövbeli oysa ki mırıldanıyor
Yedi cüceli kuytu kulubeye sığınmışlığımı
Ne kadar yasaksa da albenili cadının kirli ellerinden
Uzanan elmanın göz kamaştıran allığı
Bitimsiz bir uykuya yatır beni
Camdan tabutuma dökülen yedi damla gözyaşında
Büyüyen harap çaresizliğe
Beklentisiz bir dudaktan sun en acı ilacı

Bana masal anlatma!
Acıyla örülmüş annemin çilekeş saçlarından

Acı dedim yâ mesela
Uzatıp saçlarını yağlı urgan gibi
Boğazına kör makasların tedriginliğini geçirecek
Yalnızlığın taşlarından örülü kulenin esiridir
Fotoğraflarda bıraktığım genç kızlığım
Dikenlerin gözümü kör ettiği kör talih
Kesilmiş saçların uzanışındaki sahtelik kadar mı acı? ağzımızda acı kök tadı
Yola düşüyorsak dizelerden devşirdiğimiz
Ve bitmeyen masallara hüküm giyişimizdir
Ormanın kucağında sessiz ve ürkek
Islık ıslık dökülen mutlu sona gebe,
Çatlak dudakların üflediği o şüphe
Böylece büyüt düşleri sarartan o ipek saçı.

Bana  masal anlatma!
Çocukların karabasan düşlerini büyüten yalanlardan

Düş dedim ya mesela
Ahşap yalanların yalnızlığıdır ihtiyar marangozun
Titrek elleriyle yonttuğu o arsız çocuk.
Çocuklar diyorum oysa ne kadar hayta
Ne kadar gerçeğe yaslanmıyor uykuları, ne hafif
Kareli defterlere yazıya yatkın değil ellerin
Korsan ve yeniçeri çizen uçuk karalaması
Burunlar büyümüyor hiç, kılıçlar kesmiyor
Törpülemiyor masum yalanların harflere giydirilmiş çılgın duruşunu
Bir ucu kırık tahta zülfikarın kazandığı cenkler
Ekleniyor yastığa baş koyarken yarınsız uykularda
Fethedilmiş kayıp ülkelerden sandık sandık göç
Yağmalanmış hazinelerin sahipsiz haramisi
Sanki o çocuk gülüşlerden ölesiye davacı

Bana masal anlatma!
Böylece dökülsün minnettarlığım kadim ağızlarından
Çok görmüş çok geçirmiş ihtiyarların.
Böylece umarsız, şaşkın bir başına
Masal olmaya duacı.

Bana masal anlatma!
Öğret, olmayı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder